18 Kasım 2016 Cuma
8 Ağustos 2016 Pazartesi
TÜRKİYE - ARNAVUTLUK İLİŞKİLERİ 1938
Türk ve Arnavutluk halkları yüzyıllar boyunca aynı yönetim altında beraber yaşadılar. Ama Osmanlı Devleti’nin çöküşüyle bu milletler, kendi ulus devletlerini kurdular. Bundan sonra da bu halklar arasındaki dostluk bağları devam etti. Bu iki ülke, ilişkileri güçlendirmek amacıyla çalışmalar yaptı. 1920-1938 yıllarında Türkiye Arnavutluk ilişkileri iki kez kopukluğa uğradı. Bunu nedeni de o zamanda dünyadaki ve Balkanlardaki siyasî durumdur. Bu kopukluklara rağmen Arnavutluk ve Türkiye her zaman iki dost ülke olmuştur.
ABSTRACT
Turks and Albanians lived together under the same government. After collapsing of Ottoman State, these nations established their own states. Still, their connection never ended. These two countries did a lot of things to make stronger their relations. In the years between 1920-1938, the relations of these two countries were broken off two times. The reason for this was that the politicial situation was not good in Balkanians also in the world on that time.
Arnavutluk’un bilge ve aydın kişileri, Osmanlı Devleti’nden bağımsız olma zamanının geldiğini inanmaktadırlar, aksi takdirde düşüşte olan bu devlet, kendisiyle beraber Arnavutluk’u da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır. Onlara göre en önemli adım Arnavut alfabesini oluşturmak ve yaymaktır. Bu amaç ile yapılan yoğun çalışmalar yanında 1908-1912 yıllarında Arnavutlular, bağımsız olabilmek için çabalarını artırdılar. Ancak aralarında birlik-beraberlik olmadığı için bu bağımsızlık girişimleri başarısızlığa uğradı. En geniş çaplı isyan ise 1911 yıllında oldu. Osmanlı yönetimi bu isyanı bastırmak üzere düzenlenen harekâtta Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın yanında Mustafa Kemal’i görevlendirdi. Daha sonra Mustafa Kemal 15 Ocak 1911’de bu görevden alınarak başka bir yerde tayın edildi. Mustafa Kemal’in buradaki görevi 8 ay kadar sürmüştür.
1912 yıllında bağımsızlık harekâtının başarıyla sonuçlanabilmesi için Arnavutluk’ta gereken birlik ve yardım neredeyse sağlanmıştı. Mayısta yeni bir isyan başladı. Bu isyan çok kısa sürede bütün Arnavut bölgelerine yayıldı. Osmanlı Devleti’nin ordusuyla birçok çatışma ve bu devletin yetkilileriyle yapılan birçok görüşmelerin sonunda 28 Kasım 1912 tarihinde Vlora’da bağısızlık ilan edildi. Bu ilandan sonra yapılan meclis toplantısında meclis başkanı seçilen İsmail Kêmal Bey, yaptığı konuşmada Arnavutluk’un, Osmanlı yönetiminin altındaki geçmişinden bahsetti. Balkanlarda oluşan bu durumda (Balkan Savaşları) Arnavutluk’un tek çaresinin bağımsızlığını ilan etmek olduğunu vurguladı.
Arnavutluk’un Osmanlı İmparatorluğundan bağımsız olması iki ülke arasındaki asırlarca süren dostluğun kesilmesi anlamına gelmiyordu. Ama 1914 yılında 1. Dünya Savaşının başlamasıyla Osmanlı Devleti Arnavutluk’tan çok fazla haber almamaktaydı. Ancak 1920’li yıllarda Arnavutluk ile Türkiye arasında diplomatik ilişkiler uygun ve gerekli koşullar temelinde kuruldu. Diplomatik ilişkileri geliştirmek amacıyla Arnavutluk-Türkiye görüşmeleri, Arnavutluk tarafının ifade ettiği dilekten ve Türk hükümetinin davetinden sonra başladı. Bu sırada İtalyan ve Sırp müdahalelerine karşı Arnavutluk’un tutumu sayesinde demokratikleşme yolunda ilerlemeye devam edildi.
1921 yılında Selahattin Shkoza, Türkiye’deki ticari uğraşısını bırakarak Arnavutluk’a döndü. Aynı tarihte Osmanlı Devleti Arnavutluk Cumhuriyeti’ni resmen tanıdı. Arnavutluk kaynakları, Selahattin (Selaudin) Shkoza’nın Atatürk’ün tavsiyesinin üzerine Arnavutluk’a döndüğünü söylemektedirler. Amacı Arnavut ordusunu yönetmekti ve Savunma Bakanı oldu. Ordunun düzenini sağlamak amacıyla önemli kanunlar düzenledi. Selahattin Shkoza Arnavutluk’a gitmeden önce Mustafa Kemal Paşa ile yazışmalar yapmıştır. Bu yazışmalardan Mustafa Kemal Paşanın Shkoza’ya yazdığı cevabî mektup şöyledir:
Antalya’da Ticaretle Meşgul Emekli Erkânıharp Miralayı Selahaddin Bey’e
Büyük Millet Meclisi hükümeti Selahattin Bey’in Arnavutluk Harbiye Nezareti’ne seçilmesinden fevkalade memnun olmuştur.
Arnavutluk hakkında uzun zamanlardan beri sağlam malumat alınamadığından, bu konuda Ankara hükümetinin beyan edebileceği görüşler ve ortaya koyabileceği arzular ancak pek genel bahislerle sınırlı kalabilir.
Bu cümleden olmak üzere temennilerimiz aşağıda beyan olunur.
Evvelen: Arnavutluk’u tehdit eden İslav, Rum ve İtalyan düşmanlarından kendisi için en az tehlikeli olanı İtalyanlar olduğundan, diğerlerine mukavemet etmek için onlara dayanmak lüzumu.
İkinci olarak: Arnavut milleti arasında barışın teessüsüne gayret etmek ve din ve hurufat meseleleri gibi meseleleri de şimdilik bertaraf etmek.
Üçüncü olarak: Gerek Ankara hükümeti gerekse İslam âlemi ile Arnavutluk’un manevi bağlarını takviye etmek ve bütün İslam milletleri arasında kurulması elzem ve hepsinin kurtarılmasını sağlayacak olan dayanışmanın teminine çalışılması.
Bu maksatla Ankara’ya bir temsilci gönderip daima temasın muhafaza ve aynı zamanda Berlin’de bulunan Talât Paşa ile devamlı haberleşilmesi.
İşbu haberleşmeler temin edildikten sonra ortak hareketimizin ne dereceye kadar mümkün olacağı ve bunun ne gibi faydalar vereceği anlaşılacaktır. 9.12.1336 (1920)[1]
Bu sırada kamuoyunun baskısıyla Arnavutluk hükümeti Ankara hükümetiyle anlaşmalar yapmaya zorlandı. Öbür taraftan Mustafa Kemal 1 Mart 1922 günü TBMM’nin 3. oturumu açılışında yaptığı konuşmada Arnavutluk halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi ile ilgili Türk halkının tutumunu belirterek, Arnavutluk’un güçleneceği ümidiyle, Arnavutluk ile ilişkilerini düzeltme isteğini dile getirdi. Bu konuşması henüz Cumhuriyetin ilan edilmediği Kurtuluş Savaşı’nın yeni sona erdiği bir döneme rastlamaktadır. Konuşması şöyledir:
“Arnavutluk Hükümetine gelince: Bu İslâm hükümeti halkı ile yüzyıllarca beraber yaşadık. Uzun süre kendileriyle hayatımızı birleştik ve alın yazılarımız bir idi. Aynı dinden olan bu halk ve hükümetin varlığını koruması ve mutluluğunu sağlaması için bize bağlı olduğu gerçeğini anlaması gerekir. Bu günkü güç durumlarının doğuracağı acıklı zorunlu hallerden kurtulmaları için önemler alınacaktır. Bunu kuvvetle ümit ederim.”[2]
Uzun süren görüşmelerin sonunda Arnavutluk-Türkiye diplomatik ilişkileri kuruldu. 1923 Aralığı başında İstanbul’da üç anlaşma imzalandı: “Dostluk Anlaşması” diye adlandıran Diplomatik İlişkiler Kurma Anlaşması, Konsolosluk Anlaşması ve Yurttaşlık Anlaşması. Ama son anlaşma Türkiye’de oturan Arnavutların yurttaşlığı sorununa ilişkin ortaya çıkan görüş ayrılıkları sebebi ile daha büyük sorunlara yol açmamak için iptal edildi. Bütün bu gelişmeler İstanbul’da “Paqja” (Barış) ve “E drejta” (Doğruluk) gazeteleri sayesinde geniş halk kitlelerine bildirildi.
Arnavutluk Heyeti
Arnavut Sefirinin Türkiye’nin merkezi olan Ankara’ya gönderileceğini söylüyor.
Şehrimizde bulunan Arnavutluk heyeti Reisi Arnavut meclis-i Mebusanreisi Eşref, hariciye nezaketi katip-i umumisi Cafer ve şehrimizde Arnavutluk pasaport müdürü sıfatıyla bulunan Nezir Bey’lerle dün bşr muhabirimiz görüşmüştür. 3 Arnavut ricali muhamuhareremizin muhterif suallerine aşağıdaki cevapları vermişlerdir.
1-Perşembe günü Ankara’ya gidiyoruz. Orada 10 gün zarfında işlerimizi bitireceğimizi ümit ediyoruz. Türkiye şimdiye kadar yeni Arnavut Hükümetini tastik etmemiştir. Maksadımız evvela hükümetinizi Türkeye’nin tastik etmesi conra müünasebat-ı siyasini iadesinin tesisini ve nihayettarafeynin yek-diğeri nezdinde sefir tayin eylemesidir. Bu husustaki mesayimizin mashar-ı teshilaat olacağını ümüt ediyoruz. Türkiye Hükümeti nezdine tain edeceğimiz Arnavut sefirinin Ankara’da mı yoksa İstanbul’da mı ikamet edeceğini soruyorsunuz. Şüphesiz Türkiye’nin merkezi neredeyse orada. ...[3]
Arnavutluk’ta 1924 yılında demokratik devrimin başlatılmasıyla yapılan Arnavutluk-Türkiye anlaşmaları, Ahmet Zogu 1 Şubat 1925 cumhurbaşkanı olarak seçildikten sonra da onaylandı ve 19 Nisan 1925 tarihinde Atatürk’e şu mektubu yazdı:
“Reisicumuhur Hazretleri,
Milletlerimiz arasında ravabıtı muhadenet ve meveddetin yeniden tesisini temin eden Muahedenamenin tarafeyn Mecâlisince mütekabilen tasdik edilmesi üzere muamelâtı mütemmimesinin ifası için Hükûmeti Cumhuriyemiz tarafından Ankara’ya sureti masusada bir Komisyon izam olunmuştur.
Bu kıymetli fırsattan bilistifade Büyük Türk Milletinin saadet ve ikbali hakkındaki temenniyatı kalbiye ve samimemin arz ve ilblâğını muhtevi olan işbu arîzayı takdim eylemeği ve muazzam bir ketbei şan ve şerefle muhat olan Zatı Samilerini selâmlamağı fâtihai münâsebatı Hayriye olmak üsere mesud bir vesile addeyledim.
Milletlerimizi yakın bir mazide müştereken mütehassis eden revabıtı tarihiye âti için de emin vasıtsi muhadenent ve müsâkemet olacağını kaviyyen ünit ederim.
Bu itminan ile meşhûn olduğum halde Zatı Sami Riyasepenahileri hakında perverde eylediğim ihtisâsâtı tâzmikâranenin lütfen karîni kabul olması istirhamile şerefyâb olurum.”[4]
Mustafa Kemal Paşa 28 Temmuz 1925’te Arnavutluk’taki Türk Büyükelçisine Arnavutluk cumhurbaşkanına iletilmek üzere verdiği güven mektubunda şöyle demiştir: “Tarihi hayli uzun devrelerinde birçok sahalarda teşriki mukadderat eylemiş olan iki millet arasındaki dostluk revabıtını teşyid suretiyle iki memleketin menafine hizmet ve iki dost millet arasında sıkı bir teşriki mesai devresi kürşad etmek hususunda vaki olacak mesainizin benim ve hükümeti cumhuriyenin muavenetine mashar olacağına emin olabilirsiniz.[5]
13 Mart 1926’da Atatürk Ankara’daki ilk Arnavutluk Büyükelçisini kabul etti. 1 Kasım 1926’da Türkiye Büyük Millet Meclisi ikinci yasama dönemi dördüncü oturumunda yaptığı açılış konuşmasında, bu iki halkın iletişimin gelişmesi gerektiğini ve karşılıklı olarak destek sağlanmasının önemini belirtti.
Arnavutluk’un cumhurbaşkanı olan Ahmet Zogu’nun izlediği politika ile 22 Kasım 1927’de İtalya ile karşılıklı güven antlaşması yapıldı ve kısa bir süre sonra anlaşma siyasi ittifak şekline dönüştürüldü. Daha sonra bu anlaşmaya dayanarak ve dış politikanın etkisiyle 1 Eylül 1928 tarihinde kendisini Ahmet Zogu kral ilan etti. Arnavutluk, kralın yanı sıra bir meclisin de bulunduğu meşrutiyet rejimi ile yönetilmeye başlandı. Bu olay, Tiran Büyükelçiliği tarafından şu mektupla Ankara’ya bildirildi:
“Meclis-i Mebusan bu sabah saat 9:15 de Krallık ilân ve Reisicumhur Ahmed Zogu’yu Arnavudlar Kralı Birinci Zogu ünvanile Kral intihap etmiştir. Hariçte, Arnavutluk Kralı denilmesi melhuzdur. Kralın validesi Ana Kraliçe ve kardeşleri ise Prens ve Prenses ünvanlarını alacaklardır. Kralın bugün badezzuhur beşte Mecliste resmi tahlifi icra edilecektir. Şeyhüssüferanın riyasetinde içtima etmiş olan Heyeti Süfera Hariciye Nazırının sureti gayri resmiyede şifahen vaki olan davetinin kabul olmasına ve işbu merasimde jaket ve yüksek şapka giyilerek nim resmî surette hazır bulunmasına karar vermiş ve işbu kararı Fransa, inglitere ve küçük İtilâf süferası tasvip etmişlerdir. Heyeti süferaca ittihaz edilen işbu karara tevfikan hareket edeceğim arzolunur efendim.”[6]
Musolini’nin bu değişikliği diğer uluslara tanıtmak amacıyla yaptığı yoğun çalışmalar sayesinde İtalya dahil olmak üzere birçok ülke yeni meşrutiyeti ve kralı tanıdı. Bütün Avrupa ülkeleri meşrutuyeti tanırken Mustafa Kemal’in cumhuriyetçi Türkiye’si tanımadı.
Kimi İngiliz gazeteleri, Gazi Mustafa Kemal’in, Ahmet Zogu gibi cumhur başbakanlığından vazgeçip krallığını ilan edeceğini yazmışlardır. Gazetelerde görülen haber şöyleydi:
“The Daily Telegraph, 01.09.1928”
KING KEMAL?
AN ANGORA REPORT.
Constantinople Friday. A message from Angora states that Kemal Pasha contemplates following the example of Ahmet Zogu of Albania, and proclaiming himself King of Turkey.
He has received numerous petitions urging him to transform Turkey into a monarchy.
“Manchester Guardian, 01.09.1928”
KEMAL TO FOLLOW SUIT?
A message from Angora states that Kemal Pasha contemplates following the example of Ahmed Zogu of Albania and proclaiming himself King of turkey. He has received numerous petitions urging him to transform Turkey from a republic to monarchy.[7]
Mustafa Kemal yeni Arnavut meşrutiyeti ile ilgili olumsuz tutumunu temkinli bir biçimde ifade etti ve 3 Ekim 1928 tarihinde Tiran elçisine aşağıdaki mektubu yazarak geri çağırdı:
“Reisicumhur Hazretleri avdet etti. Arnavutluk’ta vukubulan şekli hükümet tebeddülü hakkında maruzatta bulundum. Bu büyük hadisenin hudûsundan mukaddem Arnavutluk Hükûmeti tarafından bize kâfi mulümat verilmemişti. Hattâ İstanbul’da kendisile veda ettiğim Arnavutluk Sefirinden tarafınızdan vaki olan iş’ar üzerine keyfiyeti sorduğum zaman henüz böyle bir şeyden haberi olmadığını söylemişti. İşbu vaziyet muvacehesinde Reisicumhur Hazretlerine bütün maceradan kâfi derecede malûmat arzedebilmek için Zâtıâlilerinin buraya gelmelerine ihtiyaç vardır. Arnavutluk Hükûmetine tarafınızdan Ankara’ya gelmek için mezuniyet istediğinizde ve bundaki maksadınız da hâdisatı âhire hakkında şifahen maruzatta bulunarak iki Hükûmetmünâsebatının tâcili tansimini istihdaf ettiğinizden münâsip göreceğiniz şekilde behsederek ve hattâ İlyas Beyefendinin kâğıtların (? Arkasına) size bu babta vukubulan teellümat ve tessüratından mütehassis olarak böyle bir seyahate karar vermiş olduğunuz dahi faideli mütalea buyurulursa ilâve ederek buraya gelmenizi rica ederim.”[8]
Mustafa Kemal Arnavutluk’ta yeni rejimi asla tanımayacağını kararlılıkla açıkladı ve bu rejimi Ahmed Zogu’nun Arnavut ulusuna ihaneti olarak değerlendirdi. Türk basını da Mustafa Kemal’in tutumunu destekledi. Türk basını Zogu’yu kral olarak tanımayıp Ahmet Bey diye nitelemeye devam etti. Bu yüzden Zogu hükümeti, Türk gazetecilerinin Arnavutluk’a girmesini yasakladı.
Ahmed Zogu, Mustafa Kemal’in kendisini kral olarak tanımamakta ısrar etmesiyle karşı karşıya kalınca, Ankara’daki Büyükelçisini geri çağırdı ve neden olarak da mali güçlükleri gösterdi. Arnavutluk Büyükelçiliğini, daha sonra da İstanbul’daki Konsolosluğu kapattı. Türkiye’deki Arnavut vatandaşların hak ve çıkarlarının korunmasını İtalya devletine emanet etti. Öte yandan yurt dışında yaşayan Arnavut cumhuriyet taraftarları Atatürk’ü destekleyerek tutumu için tebrik telgrafları gönderdiler. Bu duruma karşı Kral Ahmet Zogu’nun düzenlediği bir mahkemede tebrik mesajları yollayanlar gıyaben idam cezasına çarptırdılar. Bu karar Arnavutluk hükümetinin Resmi Gazetesinde şöyle yayımlandı:
“Arnavutluk Hükûmeti “RESMİ GAZETESİ”nin 16 Temmuz 1929 tarih ve 38 numaralı nushasından: Tirandaki Siyasi mahkemenin “kararı”
“Kral birinci ZOG Hazretleri Namına”
Evrak-ı mütaalikasi mütâlaa ve tetkik olunduktan sonra mesele tezekkür edildi:
Müddeiumumilik makâmı: Türkiye Reisi Cumhuru MUSTAFA KEMAL Paşa Hazretlerine keşide edilip metni Sarayevoda münteşir “Veçerna Posta” gazetesinin 2206 numara ve 31/10/1928 tarihili nüshasında intişar eden telgraf münderecatına, maznunların firarda olmalarına ve evrak-ı sâireye müsteniden maznun Recep Şala, Nikol Ivanay ve Yusuf Lohyanin, meclisi müessesan tarfından müttehiz karar mucibince teessüs eden şek-li hükûmeti tagyir maksadıyla gizli ve gayri milli bir cemiyet teşkil etmelerinden dolayı mücrim sıfatıyla tecziyelerini talep etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti reisi MUSTAFA KEMAL Hazretlerine keşide edilip metni mezkûr “Veçerna Posta” gazetesinde münderiç olan telgrafın mali şöyledir:
Arnavut firarileri Kemal Paşa’yı selamlıyorlar
Ankara, 31 teşrinievvel 928. – Türkiye Cumhuriyeti Reisi Kemal Paşa, Avrupa’da bulunan Arnavut firarilerinden radyo vasıtasıyla dün şu tebrik telgrafını almışlardır:
“Ahmet Zogu’nun vassal Arnavutluk kıralı olarak tanınmamasından ve bunun cumhuriyet haini tavsif edilmesinden dolayı kalbimizde duyduğumuz hissiyatı minnettaraneyi zati devletlerine iblağ ve bu gasib-i iskata karar vermiş olan Arnavut milleti namına ayrıca arz-ı şükran ve tebrikat ve bazı devletlerin Arnavutluk’un dahili umuruna müdahalelerinden dolayı da protesto eyleriz.
Arnavutluk milli cemiyeti namına:
Cumhuriyet Partisi Şefi: NİKOL IVANAY
Esbak nazir: RECEP ŞALA
Yüzbaşı: YUSUF LOHYA
Binaenaleyh, cereyan eden muhakeme ve tahkimattan, Türkiye Cumhuriyeti Reisi MUSTAFA KEMAL Hazretlerine çekilen telgraftan ve evraki sâireden maznun firari Kol Ivanay, Recep Şala ve İşkodralı Yusuf Lohya’nın şekli hükûmeti tagyir maksadiyle gizli ve gayri milli bir cemiyet teşkil ettikleri tahakkuk etmiştir.
Delâil ve evra-ı mezkûre heyeti hakîmenin vicdanına kanaat getirecek mahiyette olduğundan müddei umumilik makamının muvafık görülen iddiası mucibince maznunların cinayetle mücrimiyetlerine karar verildikten sonra ceza tehdidi meselesi tezekkür edildi:
Maznunların ef’ali cetaimi siyasiye kanun-ı cezaisinin dördüncü maddesine temas ettiğinden madde-yi mezkûre ve mallarının müsaderesine ekseriyetle karar verildi.
Tiran, 11 Haziran 1929[9]
Türkiye ile Arnavutluk arasındaki gerginlik basına de yansıdı. Durres’ta (Draç) çıkan “Shekulli i ri” (Yeni Yüzyıl) gazetesi Atatürk’ün “Gazi Mustafa Kemal tarafından nutuk, Ankara 1927” kitabını bölüm bölüm yayınlıyordu. Bu yayın hemen durduruldu. Artık Arnavutlar da Kralı destekleyenler ve Cumhuriyeti destekleyenler olarak iki gruba ayrılmıştı.
Faşist diplomasinin ve şahsen Mussolini’nin Türk hükümetinin Kral Zogu’yu tanıması için yaptıkları girişimler bile, Mustafa Kemal’in kararlı tutumu karşısında başarısızlığa uğradı. Türk-Arnavutluk ilişkilerindeki gerginlik üç yıl kadar sürdü. 20 Ekim 1931’de yapılan İstanbul’daki İkinci Balkan Konferansı’na Arnavutluk’tan bir heyet katıldı. Arnavutluk heyeti Türk yetkilileri tarafından kabul edildi; ilişkileri düzeltme olanakları görüşüldü. Konferans nedeniyle Mustafa Kemal, Zogu dahil olmak üzere bütün Balkan devlet başkanlarına kutlama telgrafları yolladı. Zogu’ya da kral sıfatıyla hitabetti. Zogu hükümeti de bundan memnun olup bunu kralcı rejimin ve Kral Zogu’nun tam tanınması olarak kabul etti.
1930’lu yıllarda Lozan Antlaşması çözülemeyen ve ertelenen birçok sorunun çözümü ve yaklaşan muhtemel savaştan kaçınma Türkiye için dış politikanın öncelikli konusu olmuştur. Dolayısıyla Ankara’daki Arnavutluk elçiliği açıldı. Arnavut hükümeti tarafından öğrenimini Türkiye’de yapmış, Türk ordusunda görev almış Cavit Leskoviku elçi olarak atandı. Mustafa Kemal’in 14 Mayıs 1933 günü Çankaya’da yeni Arnavutluk Büyükelçisini kabul ederek Arnavutluk’la ilişkilerin tekrar geliştirmesi gerektiğini açıkladı. Ve bunun üzerine Atatürk kendisini 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında kutlayan Zogu’ya Arnavutluk’un bağımsızlık günü olan 28 Kasım 1933’te kutlama mesajı gönderdi.
9 Şubat 1934 tarihinde sınırları korumak ve barışı sağlamak amacıyla Balkan ülkeleri arasında Balkan Paktı imzalandı. Pakt Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında yapılırken, Arnavutluk ve Bulgaristan revizyonist gayeleri yüzünden burada yer almadı. Bu pakt imzaladıktan hemen sonra Atatürk’ün genel sekreteri Ruşen Eşref (Ünaydın) Türkiye’nin Tiran Büyükelçiliğine atandı. Ruşen Eşref 2 Nisan 1934’te Ankara’dan yola çıktı ve 8 Nisan’da Draç limanında karşılandı, 15 Nisan 1934’te ise güven mektubunu Kral Zogu’ya sundu.
Arnavutluk Kralı Ahmet Zogu, İtalya’ya karşı olan yüklü borçlar yüzünden ister istemez bu ülkenin siyaset çizgisini takip etmek zorunda kalıyordu. Dolayısıyla Türkiye ile olan ilişkiler çok fazla gelişmedi. Üstelik 1936 yılında. Zogu’nun kız kardeşi Prenses Saniye Sultan 2. Abdülhamit’in oğlu Prens Abid ile evlendi. Türk hükümeti, bu evlenmeye karşı olumsuz tutum takındı. O dönemin Türk Büyükelçisi olan ünlü yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu düğün törenine katılmadı ve daha sonra Türkiye Dış İşleri Bakanlığından aldığı emirle Tiran’dan ayrıldı. Büyükelçiliğin evlilik ile ilgili davranışı Türk kamuoyuna duyurulmadı. Zogu hükümetinin dışişleri bakanı ise Büyükelçinin Tiran’dan ayrılışının Arnavutluk halkında çok kötü bir izlenim uyandırdığını belirtti. 1936’da Zogu rejimi mali güçlükleri neden göstererek bir kere daha Ankara Büyükelçiliğini kapattı.
Ahmet Zogu’nun siyasetine karşı Atatürk’ün takındığı doğru ve ilkeli tutum nedeniyle Türkiye-Arnavutluk ilişkileri, normal olarak gelişmedi. Yukarıda gösterdiğimiz belgelerden de anlaşılacağı gibi Türkiye Cumhuriyeti ve Arnavutluk Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerin Atatürk döneminde zaman zaman kesintiye uğramasının sebebi iki ülkenin ulusal çıkarları değildir. Atatürk’ün de Türkiye Büyük Millet Meclisinde söylediği gibi iki ülkenin ulusal çıkarları birbirleriyle işbirliğine dayanmaktadır.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti devleti yeni bir cumhuriyettir. Cumhuriyet fikrinin halk arasında yaygınlaşmasını ve benimsenmesini istemektedir. Arnavutluk’ta Cumhuriyetten krallığa geçiş karşısında kendi siyasal tutumunu belirlemek durumunda kalmıştır. Türk ve Arnavut halkları arasındaki yüzlerce yıllık beraberlik sebebiyle iki ülkede ortaya çıkan gelişmeler birbirini doğal olarak etkilemiştir. Cumhuriyet fikrinin Arnavutluk’ta çok fazla taraftarının bulunması da Krallık için siyasi bir tehdittir. İlişkilerin gerginleşmesinin sebebi yalnızca ülkelerin siyasi yapılarındaki farklılıklardan kaynaklanmıştır.
Diğer yandan Arnavutluk Kralının Mussolini ile iyi ilişkileri, aynı yıllarda Mussolini ile Atatürk arasındaki gerginlik de bu ilişkilerin zaman zaman kesintiye uğramasına sebep olmuştur. Çünkü bilindiği gibi Mussolini aynı yıllarda Türkiye’den toprak talebinde bulunan konuşmalar yapmış ve Türkiye Mussolini’yi protesto etmişti.
DİPNOTLAR
--------------------------------------------------------------------------------
[1] ACAROĞLU M. Türker vd., Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 10, s. 149 Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003.
[2] ACAROĞLU M. Türker vd., Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 12, s. 289, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2003.
[3] SHPUZA Gazmend, “Atatürk ve Arnavutluk-Türkiye İlişkileri”, Atatürk Yolu Dergisi, Ankara, 1993, C.11, s. 312.
[4] ŞİMŞİR, Bilal M., Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. 1, İstanbul, 1993, s. 284.
[5] ŞİMŞİR, Bilal M., Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. 1, İstanbul, 1993, s. 292.
[6] ŞİMŞİR, Bilal M., Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. 1, İstanbul, 1993, s. 292-293.
[7] ŞİMŞİR, Bilal M., Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. 1, İstanbul, 1993, s. 293.
[8] ŞİMŞİR, Bilal M., Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. 1, İstanbul, 1993, s. 296.
[9] ŞİMŞİR, Bilal M., Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, C. 1, İstanbul, 1993, s. 302-303
7 Ağustos 2016 Pazar
PİLSEN AYAKLANMASI
Sovyet Rusya'da Iktidar Mücadelesi
Stalin'in ölümünün ertesi günü, yani 6 Mart 1953 günü, yayınlanan bir bildiri, Georgi Malenkov'un Başbakan ve Beria, Molotov, Bulganin ve Kaganoviç'in de Başbakan yardımcıları olduğunu açıklıyordu. Böylece Stalin'in yerine göz koyanlar, hemen bir iktidar mücadelesi içine girmemişler, adeta geçici bir anlaşma ile Kolektif Liderlik denen toplu idareyi tercih etmişlerdi. Fakat mücadele, Stalin'in 9 Martta yapılan cenaze töreninden sonraki günlerde ve önce alttan, sonrada açık bir şekilde başlayacaktır.
Georgi Malenkov, daha Stalin'in sağlığında onun halefi olarak bilindiğinden, Başbakanlığa gelmesi sürpriz yaratmadı. Lavrenti Beria ise Stalin'in Içişleri Bakanı olarak yıllarca Sovyet gizli polis teşkilatını idare etmiş ve bu teşkilatı, Partinin hizmetinde iyi kullanmıştı. Stalin'in halefi olarak adı geçenlerden biri de o idi. Molotov ise, 1939-49 yılları arasında Sovyet dışişleri bakanlığı yapmış ve savaştan sonra Sovyetlerin emperyalist politikasının yürütülmesinde Stalin'in sağ kolu haline gelmişti. Fakat 1949 da Dışişleri bakanlığından alınmıştı. Şimdi Stalin'in ölümü ile tekrar ön plana geçiyordu. Nikolay Bulganin de orduda siyasal komiserlik yapmış, mareşal rütbesine sahip sivildi. Şimdi onun da hem Başbakan Yardımcısı ve hem Savunma bakanı olması, Stalin'in yerinde onun da iddiasının olduğunu gösteriyordu. Lazar Kaganoviç'e gelince, o da Stalin'in yakın adamlarından biri olarak bilinmekteydi.
Yine aynı bildiride, Moskova Komünist Partisi Genel Sekreteri Nikita Sergeyeviç Kruşçev adında birinin de Parti Merkez Komitesi üyeliğine getirildiği açıklanıyordu. Işte iktidar mücadelesini kazanan adam bu olacaktı.
Çekoslovakya'da Pilsen Ayaklanması
Stalin'in cenaze töreninde Çekoslovakya'yı, Komünist Partisi Lideri ve 1948 Şubat darbesinin kahramanı, Klement Gottwald temsil etmişti. Fakat cenaze törenin de soğuk aldığı için pnömoni oldu ve Prag'a dönünce, Stalin'den altı gün sonra, 14 Mart 1953 de öldü. Bunun üzerine, Malenkov'un yakın adamı ve liberallerden Antonin Zapotocky Cumhurbaşkanı oldu. Villiam Siroky Başbakan ve Antonin Novotny de Komünist Partisi lideri seçildi. Novotny, 49 yaşında olmakla beraber Parti'nin en eskilerindendi ve komünist dünyası'nın Bolşevik lerinden yani en bağnaz komünistlerindendi.
Para reformu 30 Mayıs 1953 tarihli bir kararname ile yapılmıştı. Fakat, yeni hükümetten ekonomik şartların daha iyiye götürülmesini beklerken böyle bir durumla karşılaşınca, 1 Haziran dan itibaren ortalık karıştı. 1 Haziran sabahı Pilsen'deki Lenin fabrikalarında çalışan 5000 işçi sokaklara döküldü ve gösterilere başladı. Bunun arkasından, Ostrava'daki çelik fabrikaları işçileri ile Prag'daki makine endüstrisi işçileri de gösterilere başladı. Fakat esas ayaklanma Pilsen'de idi. Pilsen'de işçiler belediye binasını basarak yağma ettiler. Ellerine geçirdikleri hoparlörlerle hür seçim istiyoruz diye bağırıyorlardı. Göstericiler, Stalin ve Gottwald'ın resimlerini ayaklar altında parçaladılar. Ellerine geçirdikleri Rus bayraklarını paramparça ettiler. Güvenliği sağlamakla görevli milis kuvvetleri, göstericileri dağıtacakları yerde, onlarla bir oldular.
Işçilerin bu ayaklanması devam ederken, yaz aylarında köylüler kolektif çiftçilere hücum edip toprakları kendi aralarında paylaşmaya başladılar.
Doğu Berlin Ayaklanması
1953 baharında ekonomik şartlar doğu Almanya'da da kötüleşmekte idi. Yiyecek maddeleri karneye bağlandığı halde, hükümet gereken yiyeceği karne ile veremeyecek duruma geldi. Doğu Alman halkı komünizmden kurtulmak için her gün yüzlerce insan Batı Berlin'e kaçıyordu. Bir yandan Stalin'im ölümü, öte Yandan komünist Partisi içindeki görüş ayrılıklarından cesaret alan Doğu Berlin'de ki işçiler 16 Haziran sabahı ayaklandılar. Başlangıçta birkaç yüz kişi olan bu inşaat işçilerine, birkaç saat içinde katılmalar oldu ve geniş bir ayaklanma haline gelen Gösteriler o gün bütün Doğu Berlin'e yayıldı. Işçiler, çalışma şartlarının hafifletilmesini ve fiyatlarının düşürülmesi yanında, hükümetin istifasını ve gizli ve serbest seçim istiyorlardı.
17 Haziran sabahından itibaren durum daha da kötüleşti. O günün sabahından itibaren Doğu Berlin'in kenar mahallelerinde toplanan kalabalık şehrin merkezine doğru yürümeye başladı. Genel grev ilan edilmişti. Binlerce insan şehrin merkezindeki hükümet binasına saldırdı. Meşhur Brandenburg Kapısı üzerindeki kızıl bayrak indirilerek yakıldı.
Bu durum karşısında şehirde bulunan iki Sovyet zırhlı tümeni harekete geçti. Halk taş ve sopalarla Sovyet tanklarına karşı koydu. Tanklar halkın üzerine ateş açtı. Lâkin 17 Haziran akşamı saat 19.00 sıralarında Sovyet kuvvetleri şehri hâkim olmuşlar ve ayaklanmaları bastırmışlardı.
Kongre
Stalin'den sonrakilerin hiç biri kişisel diktatörlerin kurma yetenek ve gücüne sahip olmadıkları için, önce kolektif liderlik kavramını ortaya atmışlar, ondan sonra da iktidar mücadelesine girişmişlerdir. Bu mücadelede Kruşçev galip çıkmıştır. Fakat bir başkası da çıkabilirdi. Ne var ki, bu oldukça uzun süren iktidar mücadelesi Stalin'in yakın çalışma arkadaşları ile, yine Stalin devrinin önde gelen isimlerinden pek çoğunu sahneden silmişti. Şimdi yeni liderin ve ekibinin kendisini kabul ettirme meselesi ortaya çıkıyordu. Halbuki bir Stalin Putu mevcut olduğu sürece, bu iş kolay olmazdı. O halde önce bu Putun yıkılması gerekirdi. Işte Sovyetler Birliği Komünist Partisinin 20. kongresinin görevi bu oldu. Put yıkıldıktan sonra, Sovyet Rusya'nın iç ve dış politikasının tatbikatında da bir takım değişiklik yapmak kolaylaşmıştır.
Sovyetler Birliği Komünist Partisinin kongreleri umumiyetle dört veya beş yılda bir yapılırdı. 19. kongre 1952 Ekiminde yapılmıştı. 20. kongre ise 14-25 Şubat1956 günlerinde yapıldı. Kongrenin en mühim hadisesi, Kruşçev'in 25 Şubat 1956 günü bir gizli oturumda yaptığı konuşma olmuştur. Gizli oturuma sadece parti delegeleri alınmış, yabancı komünist partilerinin temsilcileri alınmamıştır.
Kruşçev bu uzun konuşmasında Stalin'in yaptıklarını anlatırken, delegeler zaman zaman Stalin aleyhine gösteri yapmışlar ve tepkiler göstermişler ve konuşmanın sonunda da Kruşçev'i ayakta uzun uzun alkışlamışlardır. Bununla beraber, Stalin aleyhtarlığı kamu oyuna, basın ve yayın organları tarafından yavaş yavaş yayılmaya çalışılmıştır.
Polonya'da Poznan Ayaklanması
Stalin'in ölümü ilk mühim tesirini Polonya üzerinde gösterdi. Polonyalılar geleneksel olarak milliyetçi ve dinlere bağlı bir milleti. 20. yy Polonyalıların en büyük korkusu Almanlardı. Fakat savaştan sonra Stalin'in Polonya'da kurduğu komünist rejimin baskısı çok daha ağır oldu. Bu sebeple Stalin'in ölümüne en fazla sevinenler Polonyalılardı.
Şehrin merkezine gelindiğinde, göstericiler emniyet müdürlüğünü, radyo binası ve hapis haneyi bastılar. Oralardaki silahları ellerine geçirdiler. Ilk ateşi kimin açtığı bilinmez, ama şimdi güvenlik kuvvetleri ile göstericiler arasında karşılıklı ateş başlamıştı. Güvenlik kuvvetleri göstericilerle başa çıkamayınca öğleden sonra tanklar şehre girmeye başladı. Akşam olduğunda ayaklanma bastırılmıştı. Lâkin,44'ü işçilerden olmak üzere 54 ölü ve 300 yaralı ile 320 kişi de tutuklanmıştı.
Ayaklanma bastırılmakla beraber, yeni bir demokratizasyon dönemini de beraberinde getirdi. Komünist Parti merkez Komitesi 18- 28 temmuz arasında yaptığı toplantılarda, halkın siyasi ve ekonomik sıkıntılarını hafifletmek amacı ile bir çok kararlar aldı. 4 Ağustos ta da Gomulka tekrar Parti üyesine kabul edildi. Yine Ağustos ayında hükümet, Aralık ayında Parlamento için yeni seçimler yapılacağını ilan etti. Katolik Kilisesinin faaliyetine müsaade edildi.
Eylül başında üniversiteler açıldığında tam bir kaynaşma içinde idi ve öğrenciler Stalin ve komünizm aleyhtarı gösteriler yapıyorlardı. Aydınlar, proletarya diktatörlüğü yerine sosyalist demokrasisi, proletaryanın yerine aydınların liderliğini, milletler arası komünizm yerine, sosyalist ülkeler arasında eşitlik ve kardeşlik istiyorlardı.
Macar Milli Ayaklanması
Nagy başbakan olur olmaz komünist rejimin birçok sert tatbikatını hemen yumuşattı. Köylülerin kolektif çiftliklere girmek mecburiyetini kaldırdı ve köylüye toprak mülkiyetini tanıdı. Tüketim malları üretimine hız vererek, halkın ekonomik sıkıntılarını karşılamaya çalıştı. Din konusunda daha geniş bir müsamaha gösterdi. Bunlara benzer daha bir çok yumuşama tedbirleri alan Nagy kısa sürede halkın sevgisini kazandı.
Fakat Nagy'ın bu yumuşak komünizmi bu sefer Sovyet liderlerini korkuttu. Şovinizm ve küçük burjuva demagojisi yapmakla suçlanan Nagy, 1955 Nisanında Başbakanlıktan alındığı gibi, Komünist Partisi Merkez Komitesi üyeliğinden de çıkarıldı.
Nagy'ın azli, halk ve bilhassa aydınlar tarafından tepki ile karşılandı. Aydınlar, yazarlar ve öğrenciler arasında birdenbire bir hürriyetçilik akımı başladı. Bu akımın merkezi Petöfi Kulübü idi. Petöfi Kulübü 1955 yılında genç aydınlar tarafından kurulmuştur. Bu kulübün faaliyetleri her gün artarken, üyelerde sık sık Nagy'ı ziyaret ederek kendisi lehine açık ve gizli sempati gösterileri yapıyorlardı.
Poznan ayaklanması Macar halkı tarafından nasıl hararetle desteklendi ise, 20 Ekimde Gomulka'nın Polonya'da işbaşına getirilmesi de büyük heyecan uyandırdı. 23 Ekim günü Budapeşte'de büyük gösteriler başladı. Kalabalık birkaç saat içinde 200.000 kişiyi bulmuştu. Göstericiler eski Başbakan Nagy'ın evinin önüne gitti. Nagy balkona çıkıp yoldaşlar diye halka hitap etmek istediği zaman, halk biz yoldaş değiliz diye bağırdı. Halkın ellerinde taşıdığı bayrakların ortası delikti. Çünkü bayraklardaki orak-çekiç'i çıkarmışlardı.
Bu durum karşısında Macar Komünist Partisi, 24 Ekim sabahı Nagy'ı tekrar başbakanlığa getirdi. Nagy hemen radyoda yaptığı bir konuşmada, kamu hayatının daha geniş şekilde demokratize edileceğini ve sosyalizmin inşasında Macar milli karakterinin göz önünde tutulacağını bildirerek, halktan silahlarını bırakmasını istedi. Halk bu isteğe uymadı, çünkü bu sırada, güya hükümetin isteği üzerine Sovyet tankları Budapeşte sokaklarını tutmuşlardı.
Macar milli ayaklanmasının en hazin tarafı, Batı'nın bu hadise karşısındaki tutumudur. Bu tutumun iki veçhesi vardır. Birincisi, Batı basın ve yayın organlarının bu iki haftalık süre içinde yaptıkları yayınlarda, sanki her ana Batılı ülkeler ve bilhassa Amerika'nın Macar milliyetçilerinin yardımına geleceklermiş gibi bir intiba vermeleri ve Macarları komünizme ve Rusya'ya karşı kışkırtmaları idi. Halbuki gerçekte böyle bir şey söz konusu değildi
alıntı
30 Temmuz 2016 Cumartesi
ÖABT
Değerli Öğretmen Adayı arkadaşlar...
Resmi Gazete'de yayınlanan sözleşmeli öğretmenlikle ilgili bir kaç bişey paylaşmak istiyorum.
1. Eylül'deki atamalar sözleşmeli, şubattaki atamalar kadrolu olacak.
2. Sözleşmeli öğretmenliğin amacı Doğudaki boş kadroları doldurmak olacak ve bir süre böyle atama devam edecek.
3. Örneğin Tarih Öğretmenliği atamasında kadro 700 kişi olursa 2100 aday 2016 p10 ve p121 puan sırasına göre mülakata çağırılacak, hazırlanan komisyonlar tarafından 700 öğretmen tespit edilecek.
3. Kriterler meslek, formasyon ve alan bilgisi olacak. Ancak devletteki paralel yapılanmanın önüne geçmek de bir kriter olacak.
4. Şimdilik kadrolu atamalar için mülakat söz konusu değil.
5. Adayların telaşa kapılmaması gerekir. Bu mülakat birbirine çok yakın puanlar arasından yapılacak. Yani 85 puan almış bir adayın yerine 75 puan almış bir aday atanmayacak.
Hepinize başarılar diliyorum ...
Tarih Öğretmeni Selami Yalçın
Daha az göster
1
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)